Efendiler, Musul'u Cemiyeti Akvama bırakıyoruz. Bu Cemiyeti Akvam meselesi nereden çıktı? Ben bunu bir türlü anlamıyorum. Cemiyeti Akvamla bizim ne alâkamız vardır. Cemiyeti Akvam Avrupa'da birtakım hükümetlerin mümessillerinden teşekkül etmiş bir Cemiyeti Akvam varmış. Bunu biliyoruz. Fakat Asya'daki hükümetlerden bir mümessil Cemiyeti Akvamda gösterebilir misiniz? Yok. Bizim onunla ne alâkamız vardır? (Kurucu Meclis- Celse-i Hafi-ALTINCI İNİKAT)

(Bursa Emirsultan Mezarlığında Medfun) Erzurum Mebusu

Mustafa Durak Bey

KRONOLOJİK OLARAK ANAYASALAR (4)

ÖLÜLERİN DİRİLERİ İDARE ETTİĞİ

CUNTA-DARBE ANAYASALARI DEVRİ BİTTİ

Cizvitizmin Batı Roma istilacılığı yağmacılığı conquest (fetih) anlayışı ile yürütülürken Modernist Masonik Batı Roma aklı constitution (Anayasa) anlayışına evrilmiş, istila ve yağma taktiği ve söylemi değişirken, hedef ve pratik aynı kalmıştır.

1770’lerde bu günkü ABD’deki kolonilerde başlatılan anayasacılık hareketleri 1842 ihtilalları ile Batı Roma halklarının ana karaları ve Amerika kıtasındaki kolonilerine yayılarak uygulanmaya başlandı. 1842 sonrası ise 1. Dünya Savaşı sonunda yapılan anlaşmalar ile Asya’nın batısında bulunan Alman, Avusturya-Macaristan ve bağlı toprakları dizayn edildi. Asya’nın kuzeyinde Rus çarlığı yıkılarak komünist modern ideoloji ile Kuzey Asya kapalı kutu şekline dönüştürülerek kontrol altında tutuldu.  Güneyde ise Osmanlı İmparatorluğu ve Afrika da bulunan sömürgeleştirilememiş Osmanlı Topraklarının ana vatandan koparılmalarıyla Kuzey Afrika, Hicaz ve Mezopotamya anayasal düzene geçirildi. İkinci Dünya savaşına kadar geçen evrede doğuda Japon İmparatorluğu anayasal hareketlerle dizayn edilirken Güneydoğu Asya topraklarının Japon İmparatorluğu bünyesinde kolonileştirilmesi bir plan kapsamında yürütüldü. 2. Dünya Savaşıyla strateji değiştirilip kapitalistlere ucuz iş gücü üretim çiftliği şeklinde bir Çin faktörünün öne çıkarılması analitik incelenmesi gereken bir konudur. Bu konuyu ikinci dünya savaşı öncesi evresini es geçerek 2. Dünya Savaşı sonraki strateji kapsamında özellikle 25 Nisan 1945 tarihli Milletler Topluluğunun Birleşmiş Milletlere dönüşmesi amaçlı toplanan Türkiye dahil 50 devletin katıldığı San Francisco Konferansı sonrası kurulan yenidünya modeli ve Dünya da Anayasaların geçirdiği evrimle kendimizi sınırlandırarak konuyu devam ettireceğim.

San Francisco Konferansı’ın da BM sözleşmesi belirlenir ve oy birliği ile kabul edilir. Fakat ilginç bir devlet tanımı var. Birleşmiş Milletler Şartı'nın 2. maddesinin 4. fıkrası aracılığıyla uluslararası hukukun temel bir parçası sayılan Montevideo sözleşmesi'nin 1. Maddesi ne göre devlet olmak için "bağımsızlık" ve "egemenlik" şartı yoktur Stimson Doktrini'ni (Ex injuria jus non oritur - Ex factis jus oritur) yansıtan bir tanım var. Devlet siyasi varlığı şu 4 şarta bağlanır.  1) Yerleşik bir nüfus 2) Belirlenmiş bir bölge, 3) Hükümet, 4) Diğer devletlerle ilişki kurma kapasitesi. Ayrıca, 3. maddenin ilk cümlesi açıkça "Bir devletin siyasi varlığı, diğer devletler tarafından tanınmasından bağımsızdır" şeklinde ifade edilmektedir. Sözleşmenin önemli bir hukuki kuralıda 11. Maddede belirtilen, egemenlik kazanmak için askerî güç kullanmanın yasaklanmasıdır.

Bu tanımlamalar ile San Francisco Konferansı’na katılıp devlet kabul edilen ve BM kurucu devleti olan Hindistan, Filipinler, Belarus ve Ukrayna o gün bağımsız bir devlet değildir. Hatta Hindistan kraliçeye yönetimi devredilmiş batık İngiliz sömürge şirketinin çiftliğidir.

50 Devletin kurucu üyesi olduğu BM yenidünya düzeninin kurucu aklının dünyayı nasıl idare edeceğini gösteren bir yapılanmadır. Dünya 5 patrona teslim edilmiştir. İngiltere merkezli kurucu akıl doğuda Çin ve Kuzeyde Rus komünist blok, batıda Fransa ve modern düzenin jandarması ABD öncülüğünde Kapitalist blok. Soğuk Savaş olarak adlandırılan kontrollü kaos ile NATO ve Varşova Paktı ülkeleri şeklinde dünyanın taksimatı Anayasalar üzerinden halkların Alafranga kült adına asimilasyonu süreci olarak yönetilmiştir. Yerli ve yerel ne varsa tamamı modernize edilerek egemenlerin doğrularına dönüştürülmüştür. Bu dönüşüm anayasalardaki evrimle eşgüdümlü yürütülmüştür.

Bu arada; İngiliz Avam kamerası üyesi Henry Usborne 2. Dünya Savaşı öncesi başlattığı İngiliz dünya federalist hareketinin 1962 den sonra hareketlenerek Dünya Anayasası Koordinasyon Komitesi bünyesinde  bir Dünya Anayasası hazırlayıp Dünya Hükümeti kurmak adına yürüttükleri çalışmalara da dikkat çekmek isterim.

Artık tüm dünyada Cizvitist akılla Raconkesen (reconquest=yeniden fetih) gangaster (conquestor= Hıristiyan fetihçi)  işgalciler gitmiş onların yerini country(ülke)’lere constitution (anayasa)’lar getiren mason braderler oturmuştur. Artık çatışma kaos yok. Susacaksınız sömüreceğiz var. Modern sömürü düzeni emperyalizmdir. Finansal haraca bağlama. Bu kapsamda kurulan BM organlarına bakarsak yeni fetihçilerin emperyalist hedeflerini net görürürz. 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan BM yapılandırırken Vesayet Organı mandaları anayasal düzene geçirecek şekilde devraldı. Arık savaş için ordular gelmeyecek Kalkınma programı kapsamında Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası ( IBRD),Uluslararası Kalkınma Birliği ( IDA),Uluslararası Finans Kurumu ( IFC),Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı ( MIGA) ve Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıklarının Çözümü Merkezi ( ICSID) kuruluşlarını bünyesinde toplayan Dünya Bankası Grubu ( WBG ) Marşal Planları ile bizi kalkındırmak için gelecek. Yada artık bizden haraç istemeye gelen işgal komiserleri değil, Uluslararası Para Fonu (İMF) komserleri finansal iyileştirme çalışmaları kapsamında hazinenin tamamının anahtarını istemeye gelecektir. Yaşasın Yeni Dünya düzeni(!) ne o öle eski dünyanın gerici düzeninde kölelerle uğraşıyorduk Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) var artık Personel rejimimizi belirler İLO şartlarına göre istihdam olunanlar kahya nerde görmeden denilenleri yapar. Hava tahminlerimizi yapmaktan kullanacağımız ilaçlara hatta nasıl hangi hastalığa tutulacağımıza kadar her şeyi düzenleyen bir örgütümüzdür; Birleşmiş Milletler.

Neo sömürgeciliğin modern kolonileri ulusdevletler artık uluslararası para ve ticaret sistemi ile sömürülecektir. Hatta eski emperyalist uygulamalar kesmediğinden Lord Keynes'in karma ekonomik modeliyle  gıdım gıdım sömürelim tezlerini bile terk edip, deveyi amuduyla götürelim yani halkları para politikaları ile sömürelim anlayışına bürünerek Mont Pelerin Topluluğunun neo-liberal ekonomik modeli öncülüğünde Kapitalizmin Altın Çağını başlatıldı.

Bu yenidünya düzenine uymayan yahut uyarlanamayanları ise cunta ve darbe yöntemleri uygulayarak istedikleri periyotda istedikleri kıvama getirecekleri süreci de anayasalara müdahale yolu ile yapmaya başladılar.

CUNTA ANAYASALARI                                               

Bir ulus devlet olarak planlanan coğrafyada yaşayan farklı kimliklerdeki farklı grupların ortaklaşa yaşam modellemesi olarak bir mutabakat metni niteliği ile hazırlanan anayasalar zamanla bu gruplar yada sınıflardan başat olan bir kesimin heterojen yapıyı homojen hale getirmek için mevcut anayasa sınırları içerisinde değişik politik entrikalar ile diğer kesimleri saf dışı edici atraksiyonlara girmiştir. Asker, politikacı, medya mensubu bir avuç cuntacı anayasayı değiştirerek kendileri dışındaki kesimleri bastırıp kendi doğrularına uygun bir ulusal kimlik icat etmek üzere kurucu metin olan anayasayı değiştirerek kendileri dışındaki kurucu unsurları saf dışı etme yoluna gitmişlerdir. Anayasadaki değişim üzerinden baskı, dikta ve yasaklarla yerel pratiklerin ortadan kaldırılıp resmi düzenlemeler ile halkın şekillendirildiği ve merkezileşmek suretiyle yerel uygulamaların yok edilerek totalitar rejimler üzerinden toplumun değiştirilmesi yoluna gidilmiştir.

DARBE ANAYASALARI

Darbe; Sırtı sıvazlamaktan kırbaçlamaya kadar her şeyi tanımlayan bir idari kontroldür. Zapt etmek, dizginlemektir.

Emperyalizmin istediği doğrultuda burjuvazi oluşturulup sömürü kanalları şekillendikten sonra Askeri darbeler ile Anayasalar amaçlanan şekilde hazırlanıp bütün bir toplumun emperyalizmin istediği şekilde dönüşmesi süreci yürütülmüştür. Darbecilerin hazırladığı anayasalar üzerinden kurumlar oluşturulup istenilenler dışındaki tüm iddialar soy kırıma tabi tutularak geleneksel doğrular ve doğrulama normları unutturulup modern egemenlerin dedikleri tek doğru olarak meri kılınmıştır. Toplumsal hafıza yok edilip bireysellik ön plana çıkarılmak istenmiştir.

Dünya ulus devlet hapishanelerine evrilip halklar bu sınırlar içerisinde terbiye edilerek iki nesil sonra o coğrafyadaki ne varsa her şey beşeri ve fiziki dönüşüme tabi tutulmuştur.  Her ulus devletteki insanlar  küreselleşen işgalci doğruları ile aynileştirilerek, kadim doğrularından, saygın önderlerinden ayrıştırılmış aile bazında bile biz diyeceği kimsesi kalmamış, aile örfü şeklinde olsun tüm doğrusunu reddetmiş, ağzını açıp işgalci ne derse ona uyarlanmıştır. Rüzgar önünde savrulan ferd, egemenlerin fırtınalarına kapılıp anlık güdülenen (seküler) yaratığa dönüşmüştür.

İSLAM MEDENİYET HAVZASINDA ANAYASACILIK

ÖLÜLERİN DİRİLERİ İDARE ETTİĞİ

CUNTA-DARBE ANAYASALARI DEVRİ BİTTİ

Dünyada Anayasalara müdahaleler dikkate alınırsa İslam Dünyasında Anayasal Dayanıklılık Anayasal Çocuk Ölümü yaşamaktadır. Özellikle İran İslam Devrimi sonrası halkı Müslüman ülkelerin birçoğunda Anayasal İslamcılık denilecek bir hareketlilik başlamış ve kanunların şeriata aykırı olamayacağı kuralı anayasalarla  garanti altına alınmalı iddiası ile gerçek kişilerin "fıkhıma uygun yaşamak istiyorum" talebi yok edilip, tüzel kişiliğe din edindirme arayışı başlamıştır. Aslında bu modernizmi yeşile boyamaktır. İslam Dini’ne lütuf havasındaki anayasal islamcılık küresel asimilasyona fıkıhlarıyla direnen Müslüman halklara gel bize uy fıkhını terk et hukukumuza göre yaşa demektir. Devlet erkini ele geçirenleri tanrısallaştırıp halkı kullaştırarak, İran ulus devleti örnekliğindeki gibi diğerleri ile aslında aynı olan ama kendilerini İslam maskesi ile sunan ulus devlet diktatörlerinin yanlış, hatta kasti kötü uygulamalarını İslam’a mal edip halkı İslam bu diye ulus devletin yasalarına tepki yerine İslam’la kavgaya sürüklemenin adı; Anayasal İslamcılıktır. 1958 Pakistan Anayasasından da önce 1924’te Türkiye’de 1921 Anayasasına yapılan İslamcı darbe ile biz bu süreci gördük. Hem de halifesi olan bir Anayasal İslamcı düzen kurduk. Devlete bile din verdik devletin dini Dini İslam’dır dedik.  Ama dini İslam olan devlet ilk önce halifemizi Hal’ etti. "Anayasal İslam" sakızı ile çene yormaktan ziyade fıkıhlı insanlara odaklanmalı, anayasal tabirlerle egemenliğin bizzat ve bilfiil halkta olduğu herkesin kendisi neyse öyle yaşayıp öyle yargılanıp öyle öldüğü 1921 Anayasasının özgürlük anlayışıyla, örgütlü çeşitliliği kapsayan devlet düzenimize kavuşmalıyız.

                 Kendi hür iradesi ile kabullenip içselleştirdiği fıkhına göre tüm yaşam ayrıntısını şekillendiren insanlar Devletlü insanlardır. Ben kalabalığın temsilcisiyim (cumhuriyet) ben ne dersem o olacak ona uyacak diyeninden, ben kralım dediğim kural (monarşi) diyenine yada ben Tanrı adına diyorum ki hepiniz benim dediğim şekilde yaşayacaksınız (teokrasi) diyenlerin koyduğu anayasa, yasa, ne varsa ona göre yaşayanlara ise  Devletin İnsanı.