Bugün Gazze’de on binlerce ton bomba ile katledilen bebeklerin katili sadece İsrail değil, suç ortağı ABD, İslam aleminin Batı güdümlü suskun liderleri ve soykırımcı geçmişe sahip işbirlikçi Batı dünyasıdır.

Peki ülkemizde belirli bir kesimin çağdaş, demokrat, barışçı, özgürlükçü, medeni ve insan hakları savunuculuğu yaptıklarına inanarak, kültürünü taklit ettikleri, methiyeler düzerek hayranlık besledikleri Batı, nasıl olur da insanlık dışı bu soykırıma ortak olmaktadır?

Evet, refah seviyesi yüksek, sanatta, sporda ve teknolojide ileri çoğu Batı ülkesinin, sahip oldukları zenginliklerinin arka planına göz attığınızda, iddia edilenlerin aksine milyonlarca mazlumun alın teri, gözyaşı ve kan izleri hikayeleri ile karşılaşacaksınız.

Söz konusu karanlık tarihe sahip ülkelerden Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz, İtalya, Almanya, Hollanda, Belçika ve ABD gibi açgözlü emperyalist devletler, özellikle sanayi devrimi ile azalan yer altı ve yer üstü kaynaklarını güçlendirmek için özelikle zayıf ve güçsüz Afrika, Amerika Kıtası, Ortadoğu, Uzakdoğu ve Avustralya’ya kısaca tüm dünyaya gözleri dönmüş şekilde vahşice saldırmışlardır.

Sözde medeni, esasında bugünkü bebek katili İsrail’den pek de farksız Batı, hedefe ulaşmada kendilerine direnen yerli halka işkence edip, köleleştirmiş ve tecavüzlerde bulunmuş, on milyonlarcasını da acımasızca katledip, soykırımda bulunmuşlardır.

Geliniz, bebek katili İsrail destekçisi Batı’nın ayrımcılık, zulüm, kan, gözyaşı ve utanç dolu karanlık tarihlerine bir ışık tutalım.

Çağdaş Fransa;

Teoride; çağdaşlık, demokrasi, özgürlük, insan hak ve hürriyetleri ve aydınlanma konusunda en saygın cümleleri kuran Fransa’nın, pratikte oldukça karanlık bir tarihe sahip olduğu görülecektir.

Amerika’da Fransız Guyanası, Uzakdoğu’da Kamboçya, Laos, Vietnam kolonileri bulunan Fransa, Afrika’da neredeyse kan bulaştırmadığı ülke bırakmamıştır.

Tarihleri soykırım, sömürü ve katliamlarla dolu Fransa'nın, Cezayir, Benin, Burkina Faso, Gine, Fildişi Sahili, Mali, Nijer, Senegal, Togo, Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Kongo, Ekvator Ginesi ve Gabon başta olmak üzere altın, elmas, petrol, kömür, kauçuk gibi zenginlik kaynaklarını yıllarca sömürerek halkı köleleştirirken, sadece Cezayir'de 1,5 milyon insan katletmiş, binlerce kadına tecavüz edilmiştir.

Katledilen Cezayirlilerin bir kısmının kamyonlara doldurularak kireç fırınlarında yakan Fransa için 1945 yılı tarihe utanç yılı olarak kazınmıştır.

Afrika’yı arka bahçesi gibi kullanan Fransa, suç ortağı Belçika ile Ruanda’da Hutu ve Tutsi kabileleri arasında oluşturdukları kaos, karmaşa ve iç çatışmalarda bedava dağıttıkları palalarla 800 bin Ruandalının katledilişlerine seyirci kalmışlardır.

Sömürgecilik ve katliamların yanı sıra köle ticaretinde de büyük ilerlemeler elde eden Fransa, 16. yüzyılda Hollandalılardan aldıkları Senegal açıklarındaki Goree Adası’nı, ailelerinden kopartılarak Antillere (Amerika) pazarladıkları yüzbinlerce kölenin ticaretinden elde ettikleri gelirler ve koloni ülkelerden aşırdıkları yeraltı ve yerüstü kaynaklar ile Fransa refahının artmasına, sanatın gelişmesine ve nihayet Eyfel Kulesinin yükselmesine büyük katkı sağlamışlardır (!).

Demokrat Almanya;

Sanayi devrimi ile kaynaklarını azalan Almanya gözünü Afrika’ya dikerek Ren Misyonerlik Cemiyeti aracılığıyla savunmasız Namibya’da 20. yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştirmiştir.

Alman General Lothar Von Trotha’nın komutasında gerçekleşen soykırımda, bölgedeki elmas yataklarını sömürmeyi planlayan Almanya’ya karşı ayaklanan Namibya’daki Ova Herero kabilesinin %80’i ve Nama kabilesinin de %50’sini acımasızca katledilerek, Almanya’nın bugün ulaştığı refahın temelleri atılmıştır.

Soykırımcı Almanlar bu başarıyı yetersiz görmüş olacak ki, Alman usulü ile öldürülen 100 bin Namibyalılardan bazı cesetlerin Avrupalıların üstün ırk olduklarının araştırılması kapsamında deneyler için gemilere yüklenerek Almanya’ya taşınmış, soykırımdan kaçabilenler ise Kalahari Çölü’nün kızgın kumlarında ölüme sürüklenmişlerdir.

Soykırım suçunun tarihi ezikliği altındaki Almanya Başbakanı Shultz, İsrail’e kuruluşundan beri verdiği koşulsuz desteğini Cumhurbaşkanımızın Almanya ziyaretinde utanmadan deklare etmiş, Gazze’deki katledilen bebek kanlarının üzerine sıçramasında bir beis görmemiştir.

İnsan Hakları Savunucusu Belçika;

Belçika sömürgelerinden Afrika’daki Kongo’da (Zaire) başta kauçuk, elmas, altın, bakır, fildişi ve kahve gibi zenginliklere el koymak için Belçika Kralı II. Leopold tarafından Kongo’da oluşturulan Halk Ordusu, planlanan kotalara ulaşamayan yerlilere tecavüz, kamçılama dâhil pek çok işkencede bulunulmuş, yaklaşık 15 milyon kişiyi vahşice katletmiştir.

Öyle ki gerekli üretim kotasını tamamlayamayan yerlilere ibret olsun diye çocuklarının kesilen el ve ayaklarını gösterme ilkelliğini dahi göstermişlerdir.

Kral II. Leopold zenginlik kaynaklarının sömürülmesinden bir servet elde etmiş, bu paralarla kendisi ve ülkesi onuruna ünlü Parc du Cinquanteneaire Meydanı’nı hayata geçirerek dünya turizm mirasına Kongo’da katledilen milyonların kan izlerini bulaştırmıştır.

Belçika ve çözüm ortağı Fransa, Avrupa medeniyetine öyle katkılarda bulundu ki 1800'lerin sonu ve 1900'lerin ortalarına kadar Avrupa'da ve Amerika'da dünyanın dört bir yanından getirilen yerliler "İnsanat Bahçesi" adı verilen yerlerde kafeslere konulup "hayvan" gibi sergilenerek, insanlığın onuru ayaklar altına alınıyordu.

Medeni İngiltere;

Üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk olarak bilinen sömürgeciler kralı İngiltere, sömürge dönemi ve sonrasında derin politik hedefler doğrultusunda hareket etmektedir.

Eli kanlı krallık, sömürge için yerleştiği ülkelerde eğitime büyük önem vermiş (!), sürdürülebilir sömürgecilik açısından sözde bağımsızlık vererek çekildikleri kolonilerde, uygulanan eğitim programları tamamen Batı kültürünün propaganda aracına, dolayısıyla toplum mühendisliğine dönüştürülmüştür.

Sömürgeciler kralı İngiltere’nin diğer bir politikası da, kan ve gözyaşı eşliğinde yeraltı ve yer üstü kaynaklarını sömürdüğü koloni ülkelerden sözde bağımsızlık vererek çekilirken, ilgili coğrafyada pimi çekilmiş el bombası misali, kan ve gözyaşlarına sebep olacak kaos, karmaşa ve iç çatışmaları şuan Filistin topraklarında yaşandığı üzere eksik bırakmamasıdır.

Öyle ki, Kuzey Amerika’ya altın madeni aramak için giden medeni (!) Avrupalılarca, soyları kurutulmaya çalışılan Kızılderililerin “Bir nehirde iki balık kavga ediyorsa, oradan az önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir” atasözü ile İngilizlere haklarını teslim etmiştir.

İngiltere ve işbirlikçisi İspanya, Amerika’da öyle soykırımlara imza atmışlardır ki, istenilen düzeyde altın çıkartmayan köleleştirdikleri Kızılderilileri ağaçlara bağlayarak diri diri yakmışlar, hamile kadınların karınlarını yarıp çıkarttıkları bebekleri aç köpeklere yem etmişlerdir.

Amerika’da Kızılderili Soykırımı, Hindistan’da Amritsar Katliamı, Afrika’da Mau Mau Katliamları gibi maharetleri bulunan İngiltere, “Güneşin Batmadığı Krallık” ünvanını elde edebilmek için, Avustralya kıtasında yaşayan 750 bin yerli halk Aborjin sayısını 15 yılda 30 bine düşürmeyi başarmışlardır.

Özgürlükçü Amerika;

Kızılderili katliamları ve Afrika’dan ailelerinden kopartılarak zorla getirilen yaklaşık 35 milyon kölenin kan ve göz yaşları üzerine inşa edilen ABD, günümüz dünyasının eli kanlı kovboyudur.

ABD’nin kurucusu ve ilk Başkanı George Washington, yerlileri vahşi hayvanlara benzeterek, “Bu vahşi hayvanların (Kızılderilileri kastediyor) tamamen imha edilmesi gerekiyor” ifadesiyle soykırımı teşvik etmiştir.

Her Kızılderili'nin öldürülmesi için resmi olarak 5 dolar teşvik primi ödeyen ABD, medeni Avrupa’dan gelen işbirlikçi katiller ya da tüm dünyaya “Kahraman” olarak lanse edilen “Eşkıya Kovboylar” aracılığıyla toplamda 70 Milyon Kızılderili'yi acımasızca katletmişlerdir.

İnsan haklarının yılmaz savunucusu ABD, çıkarlarına uymayan bir çok ülkede ya doğrudan işgale kalkışmış, ya da iç karışıklıklar çıkartarak yetiştirdiği darbeci generallerle ülke yönetimlerine el koymuştur.

Sömürgeci ABD, işbirlikçileriyle özgürlük vaat ederek girmiş olduğu ülkelerden Vietnam, Guatemala, Bosna Hersek, Afganistan ve Irak’ta işkence, kan ve göz yaşı hiçbir zaman eksik olmamıştır.

Soykırımcı ABD’nin, her türlü işkence, aşağılama, tecavüz ve ölümlerle hatırlanan Iraktaki insan hakları ihlalleri oldukça yüz kızartıcıdır. Söz konusu vahşetlerin yaşandığı Ebu Gureyb Hapishanesinde mahkumlara elektrik verme, kadınlara tecavüz etme, yerel halka göz dağı verme ve aşağılama amaçlı köpekler gibi boyunlarından bağlanarak iple sürüklemeleri, ABD’nin özgürlükçülüğü konusunda fikir vermektedir.

Bugün, on binlerce ton savaş malzemesini İsrail’e vererek masum çocukların parçalanmasını teşvik eden ABD, işgal etmiş olduğu diğer bir kuruluş olan Birleşmiş Milletler aracılığıyla da kalıcı ateşkes karar tasarısını veto ederek dünyaya meydan okumaktadır.

ABD desteğini arkasına alan işgalci terör devletinin elebaşı İsrail Cumhurbaşkanı Herzog, Gazze’deki savaşın sadece İsrail ile Hamas arasındaki bir savaş olmadığını, aynı zamanda “Batı medeniyetini kurtarmaya yönelik bir savaş olduğunu” belirterek, Batı medeniyetinin de kendileri gibi kan, gözyaşı ve soykırımcı olduklarını itiraf etmiştir.

Filistin’de yaşanan katliamın, Batı’nın karanlık, vahşi ve kirli yüzünün ortaya çıkarması aslında yeni bir şey olmayıp, benzer zulümleri yakın tarihte Avrupa’nın ortasında kendilerine de reva gören Batı için, Bosna-Hersek’in büyük dava adamı ve bilge lideri Aliya İzzetbegoviç şöyle bir tanımlamada bulunmuştur; “Bunu hiç unutma evlat! Batı hiçbir zaman medenî olmamıştır ve bugünkü refahı; devam edegelen sömürgeciliği, döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur. Batı olarak tanımlanan yer aslında, bütün insanî değerlerin battığı yerdir.”

Filistin’de Gazzeli Müslümanların ortaya koyduğu mücadele, metanet, teslimiyet, tevekkül ve asaletin İslâm’dan geldiğini gören vicdan sahibi Batılılar Kuranı araştırıp İslam’a yönelirken, Siyonist işbirliği hesaba katmadığı büyük bir yüzleşme ile karşı karşıya kalmıştır.

Özgür Filistin’i inşAllah görmemiz dileğiyle.