- İkinci "hayal kırıklığı" dalgası olacak mı?-
Türkiye'de liderlik ( Aslında Anadolu geleneğinden gelen) "İstişare" ile kararlar alan ve "demokratik iradenin kolektivitesi" olan bir statü/öncülük değildir.
Peki nedir? Liderin aldığı kararlarının olası risklerini ve faydalarının çeşitlenmesini sağlamak amaçlı kendisine tabi olanlar ile "Müzakere"ye başvurulduğu "Dikey Otoriteryenlik" makamıdır.
Örneğin MHP bu geleneğe "Töre" demekte; AK Parti ise "Biat" demektedir. Cumhur İttifakının ilk "İttifak alanı" budur.
O nedenle sayın Erdoğan ve sayın Bahçeli partisi üzerinde "Tek otorite"dir. Fakat Erdoğan'ın otoriteryenliği uzun süre halk desteği; sayın Bahçeli ise devlet kabulü ile sürdürülebilmiştir.
Ancak görülen/gözlemlenen odur ki; CB Erdoğan artık otoriterliğini devlet gücü ile sürdürebilmektedir ve halkın gönlünü almakla yetinmektedir. Yani Erdoğan mecliste vekil sayısı ve belediye başkanlık sayısı odaklı değildir. Nitekim 2017'den bu tarafa hem vekil hem belediye başkanlık kayıplarını yaşamakta ve bunu "sorun" etmemektedir. O nedenle 2017'den bu yana bu sonuçlardan sorumlu tutup, istifasını istediği veya hiç görev vermeyecek şekilde parti içinde yok saydığı kimse olmamıştır.
Çünkü CB Erdoğan'ın çok net bir politika "akidesi" var ve şu içeriktedir: "Türkiye'nin bölgesinde çok hayati süreçler ve sorunlar var. Dünyadaki gelişmeler Türkiye'ye diz çökertebilir. Bu ortamda benden daha tecrübeli ve süreçleri yönetecek kabiliyette kimse yok!.. Benim Cumhurbaşkanı olmamam vatanıma ihanettir!... O nedenle başkan kalmamı sağlayacak her yol, denklem, oyun aslında bir devlet görevidir... Ve bu sonucu almak için her siyasi proje, transfer, kamuoyu atakları sadece "mübah" değil aynı zamanda sorumluluğumdur".
CB Erdoğan'ın bu politik psikolojisi çok anlaşılır bir durum. Çünkü Türk Devleti de Erdoğan'ın bu politik inancını besliyor, destekliyor ve hatta 14-28 Mayıs 2023'de olduğu gibi organize de ediyor. Ancak Türk Devlet (mekanizmasının) Erdoğan ile bir handikapları/pratikte bir ödevleri var ve zorlanıyorlar: Halk
Halk, Erdoğan ile Türk Devletinin ittifakının ne stratejisini ne de yol haritasını okuyabiliyor. Sadece bir uyum olduğunu hissediyor. Nitekim Cumhurbaşkanlığı sisteminin ne olduğunu bile öğrenmeden/öğrenme ihtiyacı hissetmeden; gitti ve "evet!" oyu verdi. Konu Terör/Beka olduğunda yine gitti ve oy verdi.
Fakat 2019'dan bu yana Halk, ortadaki uyumun devam etse de; adını koyamadığı bir "gariplik/izahı zorlaşan haller" tespit ediyor.
Kuşkusuz bu gariplik ve izahı zor halleri "Erdoğan'ın etrafından kaynaklanıyor! Etrafı örüldü; ve çoğu şeyden habersiz!..." diye kendini teskin ediyor ve Erdoğan'a mesajını ulaştırmak için çırpınıyordu. Nitekim CB Erdoğan'ın "Mesaj alınmıştır! Gereğini yapacağım! Halktan başa güç tanımam!..." demeçleri, Halkın arasında "Demiştik.. etrafından kaynaklanıyor!" heyecanı oluşturuyordu.
Ancak CB Erdoğan 8. Olağan kongrede çok samimi bir itirafta bulundu: " Etrafımın yapıp ettiği ve benden habersiz gelişmeler olduğu gerçek değil; Beni yönlendirebilecek bir ekip yok ve de etrafımda barındırmam! Gördüğünüz herşeyi ben yaptım ve olup bitenler bilgim dahilindedir!... Ancak herşey "Devlet"im için; buna inanın! Bana güvenin!...".
Yani CB Erdoğan kendisini kuşatanın ve yönlendirenin bizzat "Devlet" olduğunu açıkça söylüyor. Tabi "Dava" dediği şeyin de aslında bizzat "Devlet" olduğu vüzuha kavuşmuş oluyor. Dolayısıyla AK Partiye geçenlerin de özünde/aslında Devlet için yapılmış/yaptırılmış bir karar olduğunu teslim ediyor.
Halk 2019'den bu yana aradığı cevabı şimdi bulmuş oldu. Bu Türk siyasetinde bir dönüm noktasıdır; daha doğrusu AK Parti'nin "Final resmi" açısından çok ciddi bir netleşmedir.
CB Erdoğan'ın "Cumhurbaşkanlık sistemi"nden vazgeçme ihtimali zayıf olsa da; "Yarı başkanlık" için muhalefetle uzlaşma ihtimali çok yüksek. Çünkü CB Erdoğan iktidarda ( AK Parti iktidarını kastetmiyor artık) kalmak için her seçeneği değerlendiriyor. CB Erdoğan kendisi dışındaki tüm seçeneklerin ( buna samimiyetle inanıyor) Devleti zora sokacağını ( Devletle uyum sağlamak yerine küresel güçlerin hizmetçisi olma ihtimalinin yükseliği anlamında) düşünüyor. Halkın ise kendisi dışındaki her seçenekte çok daha zor günler geçireceğini öngörüyor.
O nedenle; ne teşkilatta ne de kabinede; asla kontrol edemeyeceği, yenilikçi, dinamik, alan genişletici bir kadroya izin vermez. Zaten kabinede de MKYK/MYK gibi bir liste ile karşılaşcağız.
Peki sayın Erdoğan'ın bu politik inancı sağlıklı mı?
Bir) Muhalefetin durumu açısından bakarsak "Turp" gibi sağlıklı. Hatta muhalefetin devletin ve halkın başına getirecekleri düşünülürse eğer; sayın Erdoğan'ın bu inancının, psikolojisinin kökleri bizzat halktan geliyor.
İki) Cumhur İttifakı açısından bakarsak eğer; Yani Devlet projesi bağlamında analiz edersek; oldukça sağlıklı bir süreç yaşanıyor. Çünkü Erdoğan'ı Devlet ile uyumlu ve hizmetkar kılan kadro aslında bizzat Devlet mekanizmasının kadrosudur; değilse AK Parti kadrosu değildir; Örneğin; Meral Akşener'e, Mansur Yavaş'a ödevler veren ve hatta 8. Olağan kongredeki transferleri örgütleyen; İmamoğlu'nu hesaptan düşürme planlarını organize eden; APo'ya çağrı yapan bu kadrodur ve sayın Erdoğan ile eş güdümlü çalışmaktadır. Ancak bu kadro Erdoğan sonrasını planlamaktadır ve bu planın içinde AK Parti yoktur!...
Üç) AK Partinin kurulduğu günden bu tarafa sayın Erdoğan'ın ekibi olmanın tüm avantajlarını yaşamış mevcut dev kadro açısından bakarsak; Tüm süreçler sadece sağlıklı değil aynı zamanda "Allah nazardan saklasın! Maşallah!" kıvamındadır. Çünkü bu dev kadro hiç değişmeden 22 yıldır iktidardan beslenmektedir... O nedenle 8. Olağan kongredeki transferlere ve listeye ilişkin CB Erdoğan'a; bırakın parmak sallamak cesaretini, öz eleştiri yapmak adına "Parmak kaldırmak" enerjisini kimse kendinde bulamaz. Zaten bu kesime göre 22 yıldır her şey sağlıklıdır; sürecin bazı hastalıklara yakalandığını ileri sürenleri de "hainlikle" suçlamaktadırlar.... Arada bir aksaklıklar olduğunu yer yer teslim etseler de; aksaklıkların vatandaşın sadece cebi ile ilgili olduğunu ileri sürüyorlar; düzelince zaten kervan yoluna devam ediyor inancındalar. Ne de olsa 22 yıldır bu formül işlemiş...onlara göre.
Dört) AK Partinin 22 yıllık kazanımlarını kurumsallaştırmak ve gelecek yüzyıla taşımak açıısından ve CHP karşısında 100. yaşını kutlayacak şekilde tarih yazmak bağlamında, 8. Olağan kongre sonrası "İkinci bahar" dönemini vizyona edecek ve en az %55 oy oranına yükselecek "bi daha bi daha!" tadında bir sürecin müjdecisi ekseninde kalırsak; o zaman bir "Sağlıklı süreç"ten söz açmak çok zor. Hatta "Allah gecinden versin; süreç Ambulansın içinde Acil'e doğru" seyir halinde.
Beş ) Erdoğan sonrası ne olacak? kadrajından bakarsak; çok net bir arka plan vardı; 8. Olağan kongre bunu açık etti. Erdoğan sonrasını belirleyecek özne AK Parti kadroları değil. Çünkü Devlet Milliyetçiliği kadrosu 15 Temmuz sonrası "direksiyonun" başına geçmiştir. Neden AK Parti Erdoğan sonrasını inşa edecek özne ve seçenek değil? Çünkü AK Parti kadrosu Erdoğan sonrasına odaklı değil!... Erdoğan sonrası için hiç bir hazırlık içinde değil! Neden? Çok net: Erdoğan buna izin vermiyor ve CB Erdoğan'ın boşluğu bulunsa bile onu örgütleyecek bir "performans atlası" artık kalmadı!...
Halk işte bu sebeplerle, çok büyük bir ikileme düştü/düşürüldü. Halkın sosyolojisi kontrolsüz ve başka yatakta akıyor hızla...
Biz buna; "CHP ve AK Parti dönemlerinin sosyolojisinden yorulan halkın kendine Yeni sosyoloji alanı açması" diyoruz.
"Her şey yolunda! Ve sağlıklı!" diyenler mi? Gerçekten bunu söyleyenlerin samimiyetinden şüphe duymuyorum. Ancak bu samimiyet Erdoğan'ın ekibi olma heyecanı ile sınırlı. Halkın kendisi ve yarınlarına ilişkin bir misyonu ve vizyonu içeren samimiyet içermediği gibi bu zeminde değil!
Sonuç; 2016'da TRT Haber'de Sözün Özü programında söylemiştim: Erdoğan ölene kadar değişimin ve gelişimin lideri olarak kalacak!...Çünkü Devlet bunu organize edecek!...
Şimdi diyeceksiniz ki, bu cümle de "Sağlıklı mı?". Doğru... bir merak sorusu. Ama bu da benim gerçeğim: Bu cümleyi "Sağlığımda" söyledim