"Ben dünüm, bugünüm, yarınım.
Varlığımla dolmayan gün yoktur.
Benim açtığım yoldur şimdiki çağ. "
Ölüler Kitabı'ndan
Ölüler Kitabının anlamına ulaşmak için rahat yatağımdan ve evimden çıkmayı, uzun yolculuklara katlanmayı, uykusuz kalmayı göze almam gerekirdi. Ankara’dan başlayan yolculuk bütün bir gece turnikeler arasında koşuşturmaları, İstanbul havaalanında vakit geçirmeyi, dünya vatandaşları ile sefaleti yaşamayı getirecekti.
Yine de akşam saat sekizden ertesi gün sekize kadar ayakta ve uyanık, Kahire’ye ulaşmayı göze almıştım işte. Belki de evde Oblomov gibi yan gelip yatan ölünün dirilişi idi başlangıçtaki bu yorgunluk. Hiç kimse bir başka dünyaya geçmenin zahmetsiz olacağını söylememişti zaten. Bir başka ülkede günü karşılamak, binlerce km.yi aşmak sadece bir gece sürmüştü. Eskiden bu yolu aşmak ayları alır, -belki seneleri- ve nice tehlikeleri içerirdi. Şikâyetçi miyim? Hayır. Teknoloji hız çağında, beyni ve bedeni de hıza ayak uyduracak şekilde zorlayacaktı.
Kahire havaalanında otobüse doluştuk. Doğuda hiçbir plan hayata uymaz. İlk gün Kahire’yi gezmek için yetkili yerlere bildirim yapılmadığı için ikinci günün programına geçildi. Yer değiştirdi ilk günle ikinci günün programı. Ne olursa olsun hazırdık işte. Firavunlara karşıydık ama piramitleri görmeliydik illaki.
Otobüs hareket edince geçtiğimiz her yer ilginç geliyor. Özellikle her binanın her yanında Sisi resimleri. Hep aynı fotoğraf ve heykelle karşılaşıyorsan doğuya gelmişsin demektir. Tek seslilik bizim alametifarikamız. Başkanlarımız ölümlülüğünü böyle örtmek istiyor. Firavunlardan bu zamana değişen bir şey yok aslında. Sadece postmodern Makyavel çıkmıyor aramızdan. Modern Prens’i yazabilsin.
Kahire o kadar geniş bir alana yayılmış ki İstanbul’la yarış halinde. Boydan boya geçerek Giza bölgesine ulaşma çabasında, şehri, bina ve yolları, bir ülkenin başkentine zül gelen kirli gri cepheleri seyrederek ilerliyoruz. Kahire’de parasızlıktan dış cephe estetiği, boyası, dış cephe düzenlemesi yok. Sıva bile yok çoğu binada.
Nihayet Giza mevkiine geldik. Üç piramide. Mehmet Akif’in deve üstünde piramit resmi ve daha önceki gözlemlerden belleğim piramitlerin çölün ortasında, çevresinde yerleşim olmayan bir kırsaldaymış duygusu yaşatıyordu. Hayret. Şehir kuşatmış zaten piramitleri. Gittikçe de binaların arasında kalacak. Doğuda kadim eserlerden çok bugünkü hayatın ihtiyaçları önemli. Plansız programsız büyümede şehir planlaması hak getire.
Her alan yerleşim yeri olmaya aday. Gecekondu mantığı içinde. 30 milyona sığınacak bir “barınak” bulmak, piramitlerin ihtişamını bile unutturur.
Yeni Kahire Müzesi yapılmış piramitlerin yakınına. Mumyalar taşınmış törenle ama daha açılmamış. Ertesi gün eski müzede kalanlarla idare edecektik. Kadim medeniyetin üstünde oturan doğu sürekli yenilik peşinde. İnovasyon yapamayınca binalar yenileniyor, adresler değişiyor, nedensiz bir hareketlilik. Şehrin merkezindeki müze trafiği yoğunlaştırıyor diye, piramitlere yakın alana taşınıyor demek ki. O kadar turist var ki sakinlerinin yarısına ulaşıyor belki de.
İşte Giza piramidine giriş kuyruğundayız. Mısır’da her müzeye giriş 200 Mısır Poundu. Yaklaşık 150 TL.sı. Böyle 9 müzeye giriş, tur bedeli içinde gösterildi turumuzda. Son gün bu bedel ağır diye kendini eleştirdi tur sahibi. Bizim paraları alması güzeldi ama edimini yerine getirirken kârı düşürmesi ağır geliyordu nedense. İyi ki böyle olmuş yoksa müze önlerinde saatlerce beklerdik.
Türkiye rehberi dışında Mısırlı heyet 4 kişiden oluşuyor. Bir kısmı yetkili yerlerin adamı ki her müzeye ayrıcalıklı, hızlı kanallardan giriş yapabildik. Yoksa sıcağın altında kuyruklarda bekleyecek, yerli bir rehbere ödeme yaparak seyrettiğin eserlerin bilgisine vakıf olacaksın. Halk olmak ne zor. Mısır’da ayrıcalıklı muamele görmek bedelini ödersen her ortamda mümkün. Dört elemanın biri bilet alırken, diğeri kapıları açıyor, bir başkası dağılanları topluyor, vakit kaybetmiyoruz müze gezilerinde. Zaten bizi koşuşturmak, özel ilgilerine zaman ayırmanı önler, gruptan kopmaya fırsat bulamazsın. Günde 20 bin adım attın diye tebrik ediyor, telefonlar.
İşte piramit önümüzde, ilk resimleri çekiyoruz aceleyle. Hakkında o kadar bilgi, belge, video görmüşüz ki gözümüze küçük görünüyor nedense. Yaklaştıkça ihtişamı, kayaların büyüklüğü ve mimarinin görkemi ortaya çıkıyor. Piramidin içine girmek için ayrı bir bedel ve kuyruk var. Biz zahire inanırız, içine girip klostrofobiye kapılmanın âlemi yok. Dört bir yanından kuşatıyoruz zaten. İşportacıların hediyelik eşya takdimleri, deve ve fayton turu teklifleri yapışkan bir süreç. Asık suratla “la” dersen bir umut kurtulursun ellerinden.
“Sistemli olarak bina yapımı, yeryüzünde ilk kez Mısır'da gerçekleşmiştir. Yerleşik tarım toplumu, ürünler için ambar yapımını, besi ve taşıma için de hayvanları ehlileştirmeyi getirmişti.” İşte bunun 5 bin yıldan fazla delili olan piramitleri dünya gözüyle görüyoruz. Her ne kadar piramitlerin uzay araçları için irtibat kulesi (yer-gök bağı) olduğunu söyleyenler çıksa da. İçinde mezar yoktur ve Keops, Kefren, Mikerinos Piramidi dışındaki bütün piramitler karikatür halinde ve çoğu zamana dayanamamış. Görkemli piramitlerin hiçbir yerinde yazı resim ve işaret yok. İnsanlar inşa etseydi görünen her yerine levha asarlardı. Diğer bütün tapınak ve mezarlar yazı ve resimlerle donatılmış çünkü.
Arslan vücutlu insan başlı doğu sfenksine geliyoruz. Osmanlı ve Fransız topçuları burnuna hasar verse de, tabiatın, insanın, zamanın olumsuz etkilerine rağmen hâlâ ayaktaydı sfenks. Arslanlar gibi. Çevresine inşa edilen eklektik her yapıdan üstünlüğünü gösteren bir güvenle. Son resim Giza piramitlerine öykünen piramit harabeleri. Aradaki nitelik farkı “uzaylı” iddialarını güçlendirmiyor mu?