Hangi şehir tasavvuru, medeniyet algısı, muhafazakârlık çağrısı bununla iftihar edebilir? Çevresinde binlerce yıldan bu yana ayakta kalan “korunması gereken Dünya Mirası” arasına bu eseri eklemeye nasıl cesaret ve cüret edebiliyor belediye başkanları?
Sivas’a Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus gibi gelmemiştim. Bu şehre bir eser bırakayım, inşasını emrettiğim Şifaiye Medresesine bir türbe ekleyip beni gömün diyecek güce de sahip değildim. Şehri teyakkuza geçiren başkan da değildim. Modern bir vasıta, yüksek hızlı trenle iki saatte şehre ulaşan bir gezgindim sonuçta.
Günlerce yolculuk yapan kervanların kat ettiği yolları 250.km. hızla aşan bir vasıta ile şehri iki günde nasıl tanıyıp yücelten gözlemlerle geri dönecektim ki? Zaten düğün-dernek filminde “Sivaslılar kalmıyor burada, büyüyor da bize mi büyüyor Sivas?” diye sormuyor muydu.
Tarihi Sivas mekanı, miting nedeniyle partizan olmayanlara kapalı olunca bana yatıp uyumaktan başka iş kalmamıştı. Uyanınca neyse ki Sivas’la başbaşa kalabilmiştim. Sivas’ın gizli hazinelerini keşfe çıkmaya niyetlendim, akşama doğru. İyi ki böyle bir karar vermişim. Yoksa Sivas’ın ruhuna dokunmadan yüzgeri dönecektim.
Öğretmenevi karşısında Kurşunlu Hamamı ve bugün otel olan Behrampaşa Hanından başladım tarihi hazineleri ziyaret etmeye.
Sivasın muhataralı tarihinin izlerini taşıyan bu alan “Rota 1” diye tanımlanmış zaten. Sivas Ulu Camii bu meydanın dışında kaldığı için her yönden görebilmiştim. Minaresi tek başına duruyor olsa da cemaati ile her vakit hayatın içindeydi. Hatta ölümü bile kuşatmıştı. Cenaze levazımatı, Hac-Umre alışveriş dükkânları, hurmacılarla Ankara Hacı Bayram'ı andırıyordu.
Kale Camii, Buruciye Medresesi ve Şifaiye Medresesini geziyorum. Örgütlü heyetler dağılmış, bireysel keşiflere açık bir yalınlığa kavuşmuştu eski şehir. Şifaiye Medresesi turistik eşya satış yerleri ve kafesi ile havuz kenarına kümelenen entel kız ve oğlanlara kalmıştı. Onlar da benim gibi mitingin sona ermesini iple çekmişti anladığım kadarıyla.
Mitingciler dağılmış, polisler ellerindeki kumanyalarla evlerine, Sivas dışından geldikleri şehirlere ulaşmak için acele koşuşturuyorlardı. İlgileri bizden uzaklaşmıştı artık. Her biri kuvvet tekelinin bir neferi olmaktan çıkıp kaderiyle başbaşaydı. Benim gibi.
Artık Şifaiye Medresesinde havuz kenarında bir çay içebilirdim ağız tadıyla. Burada Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus türbesi, Sivas’ın sultanlar için bile nasıl bir çekim gücü olduğunu anlatıyordu. Belki manevi iklimi de vardır. İnananlar ve burada yaşayanlar için.
Baksanıza sultan bile ebedi mekanını burada seçmişti. Bir ben bunun ne denli önemli olduğunun farkındaydım belki de.
Zaten Taşhan, binanın ihtişamına, yüzyılları aşan mimarisine ve estetik yapılanışına rağmen çantacıların ve eşya yığınları için ardiye sayan sahiplerinin bakışından mustaripti. Taşhan hüzünle geçmiş hatıralara dalmış gibiydi. Üst kat öksüz, altkat da üvey ana elinde kalmış gibi mahzun duruyordu. Karşılıklı yazıklandık Taşhan’la birbirimizle. Ben okuduklarımla ihtişamlı bir ticaret merkezi beklerken, han da kendisine derinlik katacak bir Ahmet Turan Alkan umudundaydı. Bir çay da burada içtim. O hüzünle müskirata hizmet edecek bir ortam yoktu.
Hava kararmış, ışıklar içindeki Sivas kabuğuna çekilmek üzereydi. Kalanı yarın gezerim diye erteledim. Cep telefonum 20 bin adım attığımı haber veriyor, ayaklarım isyandaydı. Artık bir Sivas köftesi yiyip istirahate çekilme kararı aldım. Sivas sürprizlerini görebilecek durumda değildim o vakitte.
Ertesi gün yağmurlu ve soğuk bir Sivas’a uyandım. Ahmak ıslatan bu yağmurda gezmek ne mümkündü. Öncelikle akşam 18’de olan Ankara seferini saat 13.00’e aldım. Sivas bana yaramamıştı. Benim de ona hayrım dokunmayacak, bu aksaklıklarla Sivas Destanı yazmanın fırsatı kaçmıştı. Onun yerine gıda ürünleri satan bir esnaf, pideci, zanaatkar insanlarla konuştum.
Hayat alanı Sivas’ta küçük bir bölge olsa da insaniyeti hatırlatan yanları ile önemli göründüler gözüme. Bütün davranışları ve sözleri yüce, derin bir asalet taşıyordu. Bendeki cevheri ve Sivas’a gelme niyetimi anlamışlar gibi satın aldıklarımın en iyisini sundular. Burada büyükşehirler gibi hile-hurda olmaz, gözü kapalı alışveriş yapabilirsiniz diye güven verdiler.
Öğretmenevinden Gara taksi ile gittim. Kaçar gibi. Bir başka sefere belki daha iyi izlenimlerle Sivas’ı Sivas gibi anlatır, mübarek insanların erdemine şahit olabilirdim. Çevre ilçeleri, Divriği de gezebilirim. Kimbilir? Hepsi nasip bunların.
Geldiğim hızla döndüm Ankara’ya. Yağmurdan kaçıp doluya sığınmam inşallah. Ankara’ya, ulaşınca evime, her gün hapishane gördüğüm odam bile güzelleşti.
Size de oluyor mu? Ayrılırken kapana kıstırmış yüzüyle uğurlayan eviniz güleryüzle karşılıyor nedense. Rahat bir nefes alıp gündelik hayatıma geri döndüm. Bu yüzden “dönek” sayılır mıyım?