Said Nursî'nin kullandığı "yöntemler"in, gelenek içinde nereye oturduğu üzerine hiç konuşulmadı. Meselâ, Ehlisünnet'in "ehlidalalet" olarak vasıflandırarak yok ettiği Mutezile açısından bakalım. İlk dönem Ehlisünnet imamlarının hocalarının hepsi Mutezile imamlarıydı. Mutezile diğer ekollere nazaran sistematik bir yaklaşım sergiliyordu. Tarihte ilk defa bilgi epistemolojisini kuran Mutezileydi. Fakat Mutezile'nin yine diğerlerinden çok farklı bir dil ve kavramsal mekanizması vardı. Diğer ekoller varlığa ve olgulara dair kanaatlerini, Kur'ân->Hadis->Sahabe görüşü vs. üzerinden ele alıyordu. Mutezile ise böyle yapmıyor, tamamen akıl ile hakikate varılabileceğini iddia ediyordu. Meselâ, Allah'ın varlığı ve birliği Mutezile için çok kritik ve asıl hususlardan birisiydi. Allah'ın varlığını ve birliğini hiçbir âyet ve hadise müracaat etmeden ispatlamak yöntemi geliştirmişlerdi. Bunun sebebini, müslümanların olmadığı kozmopolit bir coğrafyada, müslümanların kendi iç ispat mekanizmaları zaten muhatapları tarafından kabul edilmediği için (Hıristiyan ve Yahudi teologlar, kadim eski dinler ve Yunan felsefesi) Mutezile bambaşka bir dil, mantık ve paradigma geliştirmiş ve bu yaklaşımında çok başarılı olmuştu. İslâm tarihinin bu dönemi için, "Yunan felsefesiyle karşılaşan ve darmaduman olan Müslüman tefekkürünü Mutezile kurtarmış ve müslümanlığın erken dönem tükenmesini önlemiştir" yorumları çok sık yapılır.
Bu küçük bilgiden hareketle, Said Nursî'nin Allah'ın varlığı ve birliği üzerine özel bir önem vermesi ve çaba sarfetmesi, Gençlik Rehberi, Meyve Risalesi.. gibi risalelerinde bu meseleye dair gelenekten hiç olmayan yeni bir dil geliştirdiğini görüyoruz. Bu yöntem Mutezile yöntemi olarak isimlendirilebilir. Âyet ve hadise, sahabe görüşüne vs. hiç müracaat etmeden, Allah'ın varlığını ve birliğini ispatlamak, delillendirmek ve mantıklı bir çerçevede sağlamlaştırmak Said Nursî'nin karakteristik özelliklerinden birisi.
Mutezile'nin bu yöntemini kullandığı için Said Nursî'ye asla Mutezile diyemeyiz. Çünkü özellikle Kader Risalesi'nde Mutezile'nin anlayışına karşı çıkar ve tashih eder.
Aynı şekilde, sadece Maturidî ekolüne özgü olarak Allah'ın zat ve sıfatlarına, isimlerine odaklanan bir tefekkür geliştirmek yine Said Nursî'nin karakteristik özelliklerinden birisi. Yine gelenekten farklı bir tutum içinde olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Maturidî'nin bu yöntemini kullandığı için Said Nursî'ye Maturidî diyemeyiz.
Yine benzer şekilde, Said Nursî'nin Hazreti Ali ve Ehlibeyt'le ilgili çok özel yönelişi, Hazreti Ali'yi kendisine üstad ve imam kabul edişi üzerinde de durmak gerekir. Celcelûtiye ve Cevşen sadece Şiî kaynaklarda bulunan, Sünnî kaynakların Fatımî Devleti süreçlerinde Şiîlerle mücadele ederken kültürel, siyasî ve dinî bir mücadele geliştirmeleri, Sünnîliği Şiî karşıtlığı üzerinden tanımlamaları sürecinde Müslümanlık açısından kıymetli bazı kayıplara da yol açıldı. Sünnî literatür, Şiî dünyaya kapandığı için Celcelûtiye ve Cevşen sadece Şiîlere özgü hale geldi. Fakat Said Nursî'nin Cevşen ve Celcelûtiye'yi Şiî kaynaklardan çıkartarak, yeniden ortaya koyması ve bunlar üzerinden yeni bir tefekkür geliştirmesi çok önemli ve anlamları ihmal edilen bir husus. Ama bundan dolayı Said Nursî'ye Şiî diyemeyiz.
Kendisi de Eş'arî ekolüne mensup olduğu halde, geliştirdiği yeni paradigmalar açısından Said Nursî'ye yine Eş'arî diyemeyiz.
Şahsî kanaatim şu şekilde: Tarih boyunca sahneye çıkmış birçok İslâm ekolünün çok doğru ve çok kıymetli tarafları vardı, fakat ana akım tarafından ötelenmeleri ve yok edilmeleri ümmetin tefekkür kütüphanesinde bir daralma meydana getirdi. Meselâ, Said Nursî'nin yine ehlidalalet olduğu için yok edilen Hurufîlik'ten bazı kritik yöntemler ödünç aldığını da söyleyebiliriz. Harflerin sayıları, ebced hesapları, yüz okumaları... gibi sadece Hurufîliğe özgü yöntemler kullandığını görüyoruz.
Bunlardan hareketle, "Her bâtılda dahi bir dâne-i hakikat bulunur" kaziyesini hatırlatan Said Nursî'nin, yok edilen veya siyasî saiklerle ihmal edilen, kapıların kapatıldığı hakikatleri cesaretle alarak, yeniden ihya ederek yeni bir kimyasal alaşım, yeni bir tefekkür geliştirdiğini söyleyebiliriz.
Metin kritik yapıldığı zaman görülebilecek hususlar bunlar.
Yoksa yüzeysel olarak bakıldığında Said Nursî ile ilgili taraftarlarının söylediklerinin de, karşıtlarının söylediklerinin de ciddiye alınacak bir tarafı yok.