Nerdeyse, her yıl 24 Nisan’da “Ermeni Soykırımı” karar tasarıları ve bu yöndeki bazı uluslararası çabalar ile Ermeni Meselesi Türkiye’nin gündemine oturur. Önceki yıllarda İtalyan, Fransız ve Alman parlamentolarının Ermeni Meselesi ile ilgi aldığı kararlar gibi. Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Ermeni Baş Patrikliği Vekili Aram Ateşyan’a gönderdiği mektup ile konu yeniden gündeme geldi.
Bir yandan, Ermeni Diasporasının ABD ve Avrupa’daki gücü, diğer yandan Batılı ülkelerin bu meseleyi Türkiye’yi sopalayıp hizaya getirmeye matuf bir araç olarak kullanması. Her iki faktör bir araya geldiğinde Türkiye’nin bir ölçüde kıskaca girmesine neden olmuş durumda.
Eskiden, Soğuk Savaş devrinde, Nato’nun, iki kutuplu dünyada bugünden farklı bir işlev gördüğü dönemlerde, Türkiye’nin Ermeni Diasporası karşısında, Nato/Batı bloku garantisi dolayısıyle eli daha bir rahattı. İkincisi, ABD’de Temsilciler Meclisi veya Senatoya gelen her Ermeni tasarısı, o dönemlerde Türkiye’ye muzahir görünen, Musevi lobileri marifetiyle rafa kaldırılıyordu. Üçüncüsü Ermenli lobileri günümüzde geçmişe nazaran çok daha güçlü hale geldi.
1990’lı yıllardan itibaren yeryüzünde güç dengeleri değişti. İki kutuplu dünya statükosunun sona ermesinin ardından Nato’nun konsepti ve bu çerçevede Türkiye’ye biçilen roller değişti. Türkiye ise, Tek-Parti dönemi resmi ideolojisi ve süregelen statükonun verdiği alışkanlıklarla bunu fark edemedi/fark etmekte çok geç kaldı.
Uluslar arası siyasette, Türkiye’nin uzun yıllar açılım yapamamış olması/bu konuda çok geç kalınması ve kendi iç sorunlarını çözme becerisinin gittikçe zayıflaması hazırlıksız yakalanmasının ana nedenlerinden biri. Özellikle, Kürt sorununun çözümünün gecikmiş olmasının ve tıkanmasının biriktirdiği sorunlar yumağı olayı daha da çetrefilleştirmektedir. Resmi İdeoloji statükosunun, Askeri vesayetin müdahaleleriyle çok uzun sürmesi, geleceğe ilişkin sağlıklı öngörülerin oluşup, bu yönde uzun vadeli siyaset geliştirilmesinin önünü tıkadı.
Kuzey Batı İran Bölgesi/Güney Kafkasya orijinli ve Uratulardan sonra tarih sahnesine çıkmış kadim topluluklardan olan Ermeniler, bu bölgedeki eski/otokton kavimlerden birisidir. Helenistik ve Roma dönemlerinde bu imparatorlukların saldırılarına maruz kalan Ermeniler zaman zaman irili ufaklı krallıklar da oluşturmuşlardır. Miladi ilk yüz yıllarda Hristiyanlığa meyleden Ermenilerin St. Thaddeus ve St. Bartholomew aracılığıyla bu dine girdiği kabul edilmektedir. 4. Yüzyıl başlarında kurulmuş olan Ermeni krallığı, Hristiyanlığı benimseyen ilk krallık olarak ortaya çıkar. Miladi 451 yılındaki Doğu Roma İmparatoru Marcian devrindeki Kalkedon/Kadıköy Konsülünün kararlarını benimsemeyen, karşı çıkan Ermeniler yollarını ayırarak Ermeni Kilisesini kurarlar. Kitab-ı Mıkaddes’in (Eski Ve Yeni Ahit) Ermenice’ye çevrilmesinin ardından Ermeni Kilisesi merkeze oturur. Miladi 405’te Mesrob Mashtots tarafından oluşturulan Alfabe bugünkü Ermeni alfabesinin aslını oluşturmaktadır. Hristiyanlığın Ermeni nüfusla meskun bölgelerde yayılışı ile, daha önce yaygın olan putperestlik ve Zerduştilik bölgede iyice zayıflar. Zira Ermeniler arasında Hristiyanlık öncesinde paganizm yaygındı.

Hz. Ömer (r.a) devrinde başlayan fetihlerle, Ermenilerin ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler İslam hakimiyetine geçer. (Ebu’l-Hasan Belâzûrî, Futûhu’l-Buldân, Tahkik Ve Ta’lik: Rıdvân Muhammed Rıdvân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991, Shf. 197-214) .
Miladi 885 yılında Ani bölgesi merkezli olarak İbrani kökenli Bagratuni/Pakraduni hanedanından Ashot yeniden bir Ermeni krallığı kurar. 1045 yılında Bizanslılar bu krallığa ait toprakların önemli bir bölümünü istila eder. Krallık Bizanslılarca ortadan kaldırılır. (Pakraduni/Bagratlar ilşe ilgili bkz. Abraham Galanté, Les Pacradounis, Une Secte Armeno-Juive, Istanbul, 1933; Avedis K. Sanjian, Colophons Of Armenian Manuscripts, Harvard University Press, 1969; Urfalı Mateos Vekâyinâmesi, 952-1136 Ve Papaz Grigor’un Zeyli 1136-1162, Türkçeye Çeviren: Hrant D. Andreasyan, TTK Yayınları, Ankara, 1987) 1064 yılında ise Büyük Selçukluların akınları başlar. 1071 Malazgirt zaferi sonrasında ise bölgede artık Selçukluların hakimiyeti söz konusu olur.
Milattan Önce ve İslam öncesi devirlerde komşu topluluklar haline gelen Ermenilerle Kürtler arasındaki ilişkiler tarihte genellikle olumsuz yönde seyreder. Xenophon, Anabasis’te, Dicle’nin kolu olan Kentrites/bugünkü Batman Çayı’nın Karduklularla Armenialılar arasında doğu batı-sınırını teşkil ettiğini, iki taraf arasında ilişkilerin düşmanca olması hasebiyle nehir sahillerinde yerleşim yeri bulunmadığını kaydeder.
Gerçekten de Gregory Ebu’l-Ferec’in Tarihi, Urfalı Mateos’un Vekâyinâmesine bakıldığında Kürtlerle Ermeniler arasında pek hayrhah bir ilişkinin bulunmadığı gözlenebilmektedir. (Gregory Ebu’l-Ferec , Abu’l-Farac Tarihi, Süryaniceden İngilizceye Çeviren: Ernest A. Wallis Budge, Türkçeye Çeviren Ömer Rıza Doğrul, TTK Yayınları, Ankara, 1987; Urfalı Mateos Vekâyinâmesi, 952-1136 Ve Papaz Grigor’un Zeyli 1136-1162, Türkçeye Çeviren: Hrant D. Andreasyan, TTK Yayınları, Ankara, 1987) Hatta, Paganizmin yaygın olduğu Ermeni toplulukları Hristiyanlığı kabul edereken, Kürtler arasında Hristiyanlık yayılmamış, rağbet bulmamıştır. İslâmiyetin yayılış döneminde Kürtler topluca Müslümanlığı kabul ederken, Ermeni Kilisesi’nin oluşturduğu şemsiye/inhisar ile Ermeniler Hristiyan inancı üzere kalmışlardır. İslam tarihi boyunca Kürtler, Kuzeye ve Batıya doğru ilerleme/yayılma gösterirken çoğu zaman Ermenilerle karşı karşıya gelmişlerdir.
Hz. Peygamber (S.A.V) zamanından beri, Gayr-i Müslim Zımmî topluluklara yönelik İslâm hukuku kaynaklı ahidname/emannâmeler onların Müslümanlarla olan münasebetlerini düzenleyen hukuku da belirlemiş olup Ermeni topluluklarına da bu tarz ahidnameler verilmiştir. Bu çerçevede, Ermeniler dini müesseseleri ile, ictimâî, ve ticâri sahada faaliyet ve varlıklarını İslâm âleminde sürdürmüşlerdir. Gerek Hz. Peygamber’in (S.A.V), gerekse Hz. Ömer’in (r.a) Mesihi/Hristiyan topluluklara verdiği ahidnâmeler esas alınmış ve bu ahidnâmelerin suretleri Ermeni kiliselerine de verilmiştir. Bu ahidnâmelerin suretleri/kopyaları halen Kumkapı’daki Ermeni Patrikhânesi ve diğer bir kısım Ermeni kiliselerinde bulunmaktadır.
Sanat/zanaatkârlık/mimari ve ticarette ön plana çıkan Ermeniler içinde tarihimiz boyunca önemli şahsiyetler de yetişmiştir. Bir zaman, Isfahan, Şam, Bağdat, Kahire ve Konya saraylarında bir kısmı Müslüman olan bazı Ermeni vezirler bile bulunurdu. Hatta Müslümanlığı seçen Ermeni aileler içinden tarihte bazı ünlü din âlimleri, Şafii-Hanefi fakihleri dahi çıkmıştır. Yanı sıra, Anadolu’da bazı Ermeni asıllı Müslüman Emirler/Beyler de ortaya çıkmıştır. Hatta, bazı Ermeni toplulukları arasında az da olsa topluca Müslümanlığı kabul edenler de oldu. Nitekim bunlardan bazıları halen Müslüman olup Ermenice konuşmaktadır.
Sanat ve mimaride ciddi bir gelişme gösteren Ermeni mimar ve ustaların mimari eserlerimizde de önemli katkıları olmuştur. Anadolu ve Azerbaycan’da Medrese, Külliye, Kervansaray vs. birçok önemli tarihi yapı Ermeni taş ustaları ve mimarların elinden çıkmıştır. 16. Yüzyılda klasik Osmanlı mimarisinin zirvede olduğu dönemde de bu bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Mimar Sinan, Kayseri Ağırnas'lı Ermeni asıllı bir devşirmeydi. 19. Yüzyılda ünlü Balyan ailesi Dolmabahçe Sarayı, Ortaköy Camii, Beylerbeyi sarayı gibi birçok esere damgasını vurmuştur.
18. ve 19. Yüzyıllarda Ermeniler arasından önemli tarihçiler ve kültür-sanat adamları da yetişmiştir. 7 ciltlik Osmanlı Tarihi yazmış olan İsveç Kralının İstanbul sefiri Mouradja D’ohsson bunların en önde geleniydi. Bunun yanısıra, Mahzenu’l-Ulûm adlı tek cildi basılmış eserin müellifi Serkis Orpilyan, kitapçı-gazeteci Mihran bunlardan ilk akla gelenidir.
Tanzimat sonrasında ise, Osmanlı’da Ermeni idareciler ve nâzırlar (Maliye Nâzırı Agop, Posta ve Telgraf Nâzırı Kirkor gibi) da bulunmuştur
Bizans devrinde şehre girme yasağı olan Ermeniler İstanbul’a Osmanlı devrinde gelebilme iznine sahip olmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’da Ermeni Patrikliği kurulmuş, Zeytinburnu tarafında Balıklı Rum mezarlığı bitişiğindeki arazi Ermeni mezarlığı olarak tahsis edilmiş, Samatya’daki ünlü Sulu Manastır da Rum cemaatinin elinden alınarak Ermenilere tahsis edilmiştir. Halen de Ermeni Manastırı ve okulu (Surp Kevork Kilisesi ve Sarakhan Nunyan Lisesi) olarak faaliyet göstermektedir.
Ermeniler Sadece Anadolu’nun doğusunda değil, Kilikya, Yozgat/Boğazlıyan ve Konya gibi bölgelerde de yerleşikti. 16. Yüzyılda Celâli isyanları dolayısıyla yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış olan bir kısım Ermeniler Sakarya, Kütahya Eskişehir yörelerine yerleştirilirler. İstanbul’da Kumkapı, Samatya gibi semtlerde Ermeni mahalleleri oluşmuştu. Ayrıca, daha Bizans devrinde Balkanlara/Doğu Avrupa’ya yerleşmiş Ermeniler vardı. Bu durum Osmanlı zamanında artış göstermişti. Seyahatnâmesiyle ünlü Polonyalı Simeon Ve Tarih yazarı/diplomat Mouradja d’ohsson -Ignatius Mouradgea D'ohsson- (31 Temmuz 1740 - 27 Ağustos 1807) bunlar arasında en ünlüleriydi. (M. De Mouradja D’ohsson, Oriental Antiquities And General View Of Ottoman Costoms, Laws And Ceremonies, Translated From The French, Philadelphia, 1878; Historie Des Mongols; Ermeni Seyyah Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi 1608-1619, Hazırlayan: Hrand D. Andreasyan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, Baha Matbaası, İstanbul, 1964)
1700'lerin başlarında gelindiğinde Rus İmparatorluğunu güçlendiren Çar Deli Petro Hem Kafkaslardan hem de Balkanlardan Rus nüfuz alanını Güneye doğru genişletmeye karar verir ve bu yönden bu bölgelerdeki Osmanlı tebaası Gayr-i Müslim topluluklarla ilişkiye geçerek bunları Osmanlı'ya karşı baş kaldırmaları ve bu hususta birlikte hareket etmeleri yönünde propaganda faaliyetleri sürdürerek nüfuz eder. Hatta Osmanlı'nın/Baltacı Mehmed Paşa'nın Prut Seferinin sebebini teşkil eder
Büyük oranda Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ermenilerin Batı Avrupa ile temasları 18. Yüzyılda bir hayli artış gösterir. Bu yüzyılda Katolik kilisesinin Ermeniler üzerinde bir hayli misyonerlik faaliyetleri göze çarpar. Zaman içerisinde birçok Ermeni, Katolik misyonerlerin faaliyetlerinin etkisi Katolikliği benimser. Katolikliğin Ermeniler arasında yayılması Ermeni topluluklarında büyük gerginliklere yol açar. Ermeni Ortodoks/Gregoryen Patrikliği ile Katolikleşen Ermeni toplulukları arasında sert sürtüşmeler olur. Ermeniler içindeki bu mezhep çatışması Osmanlı Arşiv belgelerine de bir hayli yansımıştır. Ermeni nüfus içinde katolikliğe geçenlerin sayılarının 18. Yüzyıl sonlarında hızlı bir artış göstermesi Ortodoks Ermeni Patrikliği’ni bir hayli rahatsız etmiş, sürtüşmeler zamanla Osmanlı hükümetine intikal etmişti. Hatta, Ortodoks Ermeni Patrikliğinin isteği doğrultusunda, bir kısım Katolik Ermeniler İstanbul’dan sürgüne gönderilir. Katolik nüfustaki bu çoğalma ve düvel-i muazzamanın (Batılı büyük devletrlerin) baskısı sonucunda, Osmanlı hükümeti, Ermeni Katolik Kilisesin
Bu yazı 8 defa okunmuştur.