Bilgi, insanlık tarihinin en eski olgusudur. En eski ve hâlâ da en yeni gündemidir. Felsefenin ve onun alt kolu olan mantığın konusu olduğu gibi dinlerin de temel iddialarının dayanağı da bilgidir. İnsanın fıtratında, hem hayatta kalma hem de yaşam konforunu artırmada bilgi araç olurken, merak duygusunu karşılamada araç değil bizzat kendisi amaçtır. Fetihlerin, savaşların ve keşiflerin temel saiklerinden biridir. İnsanın, uğrunda hayatını feda ettiği, yaşama duygusunun önüne geçebilen bir olgudur. Bir maktulun öldürülmeden önce kendisinin kim tarafından ve ne için öldürüldüğünü öğrenmek istemesi bu duygunun gücünü göstermektedir. Yine felsefedeki temel konularından epistemoloji, mantıktaki akıl yurutme kuralları ve dinlerdeki marifet, ilim, fehm, ilim, irfan bir çok kelime bu duygunun eseridir.
M.Ö. 7. Yy'da Tales'le kurumsallaşmaya başlayan ve daha sonra hayatın farklı alanlarını da kendine konu edinen felsefenin ilk sorduğu sorular, yalın ve ideollojilerden uzak basit insanın, kendi benliğinde bulunan anlam arayışıdır. Çünkü insan kendini ve çevresini ve kendini çevre içerisinde anlamlandırmak ister. İlkel diye ifade edilebilecek dönemlerdeki insanın bu sorgulaması esasen dinlerin de kendilerini konumlandırdığı ve sorgulayan insanın yöneldiği bir anlam arayışıdır. Bu alan Maslov'un ihtiyaçlar piramidinin en üstündeki, insanın kendini gerçekleştirme gayretinin de parçasıdır. Binlerce yıllık tarihi insan tecrubesi bu anlam arayışının hala insanoglunun en önemli gündemi olduğunu ortaya koymaktadır. Bu anlamda felsefe ve dinlerin ortak alanı bu anlam arayışıdır. Bu arayışta bazen yanlış yollara muracaat ve sapmalar bu arayışı değersiz kılmaz bilakis bütün acı tecrubelere ve ödenen ağır bedellere rağmen bu yolda ısrarla yürünmesi ve bu yürüyüşün birbirlerinden bağımsız ve birbirinden habersiz insanlar arasında aynı tavrın ortaya çıkması, bu arayış ve yürüyüşün çok da insani olduğunu, hatta insanı kendi dışındaki herşeyden ayıran mumeyyiz, temel bir vasıf olduğunu ortaya koyar. Kısacası insan anne karnında başlayan dış dünyaya ilgi ile seslere kulak kabartması ve doğduktan sonra ağız ve el ile dış dünyayı tanımaya başlaması ve son nefese kadar merak duygusu ve bu duygunun sebep olduğu öğrenme, hem insan hayatını hem de tarihi surecteki insanı diğer canlılardan ayıran insanı insan yapan temel ozelliktir.
Insan bu öğrenme duygusunun subjesi olan bilgilere ulaşmak için tarih boyunca düşünme kuralları ve mantık prensipleri geliştirmiştir. Çünkü o, şüphelerden uzak mutlak bir bilgiye ulaşmak ister. Hem öncesini, hem şu anki halini hem de dünyevi varlığının sona ermesinden sonraki geleceği bilmek ister. Bu, bilme öğrenme merak duygusu dışında insandaki hulud/ sonsuzluk hissinin, bilme arzusu ile birleşmesinden kaynaklanır. Tarihi süreç içinde olay ve olguların tek saikle açıklanmak istenmesi büyük bir yanılsama ve ruh ruh hastalığıdır. Bu merak ve arzu tarih boyunca medeniyetin gelişmesinin en itici gücü olmuştur. Yazının bulunup insanlar arasında kullanılması ve bilimsel alanlardaki gelişmeler insanın görünen dünya dışına merak ve ulaştığı sonuçlara aşkla bağlılığı sebebiyle olmuştur. Nitekim giyinmek için dokumayı ogrenip geliştirmesi, tapınmak için binalar inşaa ederek inşaa tekniklerini öğrenip geliştirmesi, kutsal saydığı metinleri muhafaza etmek ve diğer insanlara yapma çabası hep bu merak duygusunun sonucunda ulaştığı doğru ya da yanlış bilgileri ebedileştirme gayretidir.
İnsan, kıyas ile düşündüğü için daima elindeki bilinenlerle bilinmeyenleri öğrenmeye çalışmıştır. Yani ulaştığı bilgiyi ulaşamadıkları için alet olarak kullanmıştır. Bu durum nesilden nesile tevarüs ederek bu gün elimizde bulunan medeniyet ortaya çıkmıştır. Bu süreçte olumlu olumsuz pek çok saik etkili olmuştur. Savaşlar, fetihler istilalar her ne kadar sel gibi her şeyi yıksa da sel gitmiş mili kalmış ve bu selin bıraktığı alivyon medeniyetlerin birbirinden tesir ile gelişmesine sebep olmuştur. Nitekim felsefenin başladığı yıllarda bölgedeki İran işgalleri sonrasındaki gelen bilgilerle fizikçilerin/naturalistlerin ilk madde kuramları ilginç bir şekilde m.ö. 14 yy'da Tevrat'ta bulunan dört unsurun Yunan bolgesine transfer olmasından sonra başlar. Daha sonra ortaya çıkan kaos/ heyula teorisi de tarihi olarak Büyük İskender'in doğuyu baştan başa işgal ettiği döneme rastlar. Nitekim hocası Aristo ona sefer sırasındaki doğudaki ilmi almasını tembih etmiştir. Yani ordular işgaller sırasında aynı zamanda o bölgelerdeki bütün insani birikimleri de taşımışlardır. Nitekim İskender, Orta Asya bozkırlarına değil, kültür ve medeniyetin olduğu bölgelere rağbet etmiş, o bölgeleri işgal ve istila etmiştir. Bu anlamda medeniyet insanlığın ortak malıdır. İslam geldiğinde içine doğduğu bölgedeki ilkel medeniyete karşı geliştirdiği üç tavrı yani kabul, red ve tashih ederek kabul tavrı Hicaz bölgesi dışına taştığında da İran, Roma ve sair medeniyetlere de göstermiş, o medinetlerin içindeki kıymetleri çörçöpten arındırarak almıştır. Yani oradaki madenleri süzüp işleyerek almış ve kendi malı yapmıştır. Hadisteki hikmet müminin yitiğidir onu nerede bulsa alır ifadesi ve ilim Çin'de olsa alınız ifadesindeki ilmin marife olması rastgele ifadeler değil bir disiplin içinde muhkem(hikmet) ve standardize edilmiş bilgiyi ifade eder. Bilgi güçtür ve hizmet kelimesi de aslında muhkem bina ifadesinde olduğu gibi güçlü- sağlam olmayı ifade eder. Ayetlerdeki, insanın av kopeğine avı öğretmesininin ve okuma yazma öğretmenin Allah'a izafe edilmesi bilgi kaynaklarının vahiy dışında ceşitlendirilmesine delildir. Davud'a hikmet verilmesi ve hikmet verilmenin çok şey verilmesi anlamına geldiğinin söylenmesi manasına geldiği ifadesi ve bu mülkiyet/hükümranlık ifadesinin İbrahim'e mülk verilmesi ayetinde kullanılması bizlerin ufkunu açacak yeni bilgi kaynakları manasına gelmektedir. Nitekim dünya tarihinde olduğu gibi İslam tarihinde de bilginin kaynakları meselesi Sufiler arasında entellektüel boyutta tartışılmış ve tasavvuf İbnu'l Arabi ile tamamen ma'rifet- metafizik alanına demir atmıştır. Tesla'nın anılarında icadları ile ilgili anlattıkları da modern bilmin görmediğini ve labaratuat tüpüne koyamadığını inkar anlayışının bilim ve bilgi edinme alanını daraltmasının ve ufkumuzu ne kadar daralttığının ispatıdır. Oysa Kur'an'da insanın kendi iç dünyasından başlayarak, göğe, ufuklara, dağlara, deveye vs masiva dediğimiz şeylere bakması, düşünmesi, çıkarımlar yapması talep edilmektedir. Bütün bunları gelecek yazılarda insan- Allah, İnsan insan ve insan çevre ilişkileri tasnifi ile genel olarak, dinler, mezhepler, medeniyetler ve daha özel olarak Mutezile, ehli sünnet, haricilik, selefilik ve neo selefilik bağlamında farklı bakış açıları ve ilmi disiplinler çerçevesinde tarihi ve güncel yansımaları ile insan ve insan fıtratı/ tabiatı merkezinde değerlendirmeye çalışacağız. Ve's Selam